17 Mayıs 2010

Fernando Botero Resim Sergisi Türkiye'de


04 Mayıs-18 Temmuz 2010
Pera Müzesi

21. yüzyılın en çok merak uyandıran sanatçılarından biri olan Fernando Botero, 64 yapıttan oluşan geniş kapsamlı bir sergiyle, Türk sanatseverlerle ilk kez   Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde buluşuyor.

Günümüz estetik anlayışına yeni bir yorum getiren Botero'nun bu sergisi sirk, boğa güreşi, Latin Amerika halkı, Latin Amerika yaşamı, ölüdoğa ve sanat tarihinin geçmiş ustalarından uyarlamaları kapsayan altı bölümden oluşuyor. Kolombiya doğumlu sanatçının kendi kültürüne ait yoğun yansımalar taşıyan yapıtları yüzyılımızın güzellik kavramını sorgularken özgün üslubu ve özyaşamöyküsel göndermeleriyle de dikkat çekiyor.

Fernando Botero ve Yunanlı eşi sanatçı Sophia Vari, Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın davetlisi olarak Türkiye’ye geldi. Botero çiftine yurt dışından, galerici, eleştirmen ve koleksiyonerlerden oluşan 100 kişiyi aşkın bir grup eşlik ediyor.


Kolombiya Fahri Konsolosluğu, İspanya Büyükelçiliği ve Instituto Cervantes, Estambul desteğiyle.


Ölüdoğa;











Botero için ölüdoğalar, 1960'lı yılların sonundan başlayarak düzenli bir süreklilikle büyüleyici bir imgenin esin kaynağını oluştururlar: Söz konusu imge, masaya koyulmuş meyve ve nesnelerin yalın bir kompozisyonunu aşıp, kimi zaman başlı başına bir dünyayı gözler önüne serer. Bu resimlerin bazılarında "kübik mekân"ın yarattığı klostrofobi duygusu, resme bir ayna ya da dışarıya doğru bakmayı olanaklı kılan bir açıklık eklenerek aşılır. Botero, resmin mimari kurgusunu hafifletmek, resme derinlik kazandırmak ve yapısal dengeler oluşturmak için nesnelerdeki yansımalardan ve arka plandaki bir kapıdan yararlanır.

"Bir elma ya da portakal çizdiğimde, insanların bu elma ya da portakalın bana özgü olduğunu ve onu benim çizdiğimi fark edeceklerini biliyorum; çünkü benim yapmaya çalıştığım şey, çizilen her öğeye, en yalın olanına bile, derin bir inançtan kaynaklanan bir kişilik verebilmektir." Demek ki, Botero için biçim sorunu, cansız nesnelere, ölüdoğalara bile özgün bir görünüm kazandırabilmektir
*
Uyarlamalar;

















Botero resminin karakteristik özelliklerinden biri, sanatçının abartı ve fantastik olana meyilli Latin Amerika kültürü kökeni ile Avrupa kültürünü olağanüstü şekilde birleştirebilmesidir. Elbette, buradaki Avrupa göndermesinden, öncelikle sanatçının 1950'li yılların başında İtalya ve İspanya'daki yolculukları sırasında, onun için önemli referans noktaları olan Giotto, Piero della Francesca, Leonardo, Mantegna, Velázquez, Goya, Dürer, Rubens, Manet ve Cézanne gibi ustaları incelemesi yatar.

Sanat tarihi, büyük, neredeyse sonsuz bir imgeler dağarcığı olup, bu dağarcığı yağmalayabilir, ama taklit edemezsiniz. Botero asla taklit etmez: Yüzyıllar sonra o resimlerin ruhunu yeniden yaratmaya çalışarak, o ruhu hacim, uzam, çizim ve renge ilişkin kendi özgün görüşü aracılığıyla tuvale yansıtıp kendinin kılarak yeniden yapar.
*
Boğa Güreşi;




















"Boğa güreşini çizmeye cesaret ettim, çünkü bu konuyu çok iyi biliyordum. Bir konuyla benliğiniz arasında güçlü bir ilişki yoksa, o konuyu çizemezsiniz. Kişiye bir tür ahlaki yetki verdiği için bu ilişki kesinlikle gereklidir. Benim boğa güreşiyle böyle bir ilişkim vardı. Konuyla olan bu bağım ‘kan'ımdan ve yaşamımdan ileri geliyordu."

Elbette, Botero'yu ilgilendiren, yalnızca boğa güreşçisinin boğayla mücadelesi değil, bu laik ayinin çerçevesini oluşturan her şeydir. Üstlerinde gösterişli, şık kıyafetleri, halkın coşkuyla karşıladığı ve modern kahramanlar gibi gördüğü boğa güreşçilerinin giyim töreninden, matador ve atlı pikador'ların arenaya çıkışlarına, hayran oldukları kahramanları alkışlamak için tribünleri dolduran seyirci kitlesine kadar her şey, adeta boğa güreşinin bünyesinde barındırdığı şiddetten uzak olağanüstü bir halk gösterisinin bir parçasını oluşturur. Botero konusuyla o derecede özdeşleşir ki, Otoportre'sinde matador giysisi içinde kendini ölümsüzleştirir.
*
Sirk;




















Botero, sık sık kış aylarını geçirdiği Meksika'da sirke sevdalanmış; sirke özgü kişilerin, renklerin, hareketin, yaşamın ve daha önce Picasso, Léger, Chagall ve başka birçok sanatçının yapıtlarında ölümsüzleştirdiği hem çok eski, hem modern bir öykünün büyüsüne kapılmıştır.



Sirkin "çok güzel ve zamandan arınmış bir konu" olduğunu dile getiren Botero, sirkteki yaşamı her yönüyle gözler önüne serer: Biniciden cambaza, kaplan ve aslan terbiyecisinden upuzun ayaklıklarla yürüyen palyaçolara, filden atlara ve develere çok güzel bir dizi portre sunar: Rengârenk bir evren, bir renkler kaleydoskopudur bu.

Botero'nun ilk bakışta komik, gülünç ve ironik görünen imgelerinin, ilk bakışın ötesine geçmek isteyenler için, anlamlarla yüklü olduğu açığa çıkar ve sirk, yaşamın büyük bir metaforu halini alır.
**

http://www.peramuzesi.org.tr/default.aspx

Sergiyi ve sanatçıyı tv'de izledim..

Sanatçının tarzı ve eserleri çok değişik..
Sergiyi en kısa zamanda gezeceğim..

selma er.

SERGİYİ GEZDİM;
http://selmaer.blogspot.com/2010/06/pera-muzesinde-fernardo-botero-resim.html

15 Mayıs 2010

14 Mayıs 2010

SEVGİLİ KKL'Lİ ARKADAŞLARIM İLE BULUŞMAMIZ..



Dün,13 Mayıs 2010'da çok sevgili KKL Mezunu arkadaşlarım ile Fenerbahçe'de buluştuk..

(Okulumuzun eski adı Kadıköy Kız Lisesi idi,Şimdi Anadolu Lisesi oldu.)

Deniz,
Müge,
Atiye,
Işık,
Dilara,
Sabriye,
Tülin,
Bingül,
Canan
ve
bendeniz..

Hep birlikte yemek yedik,sohbet ettik,sonra çay içtik..

Birlikte fotoğraflar çektik..

Fotoğraflarımızı çeken Müge,Deniz ve Tülin'e teşekkürler..

Arkadaşlarımın  fotoğrafçılığına güvenerek ben fazla fotoğraf çekmedim..

(Müge'nin ve Deniz'in çektiği fotoğrafları arkadaşlarımdan izin almadan bloguma koymadım.)

Bütün arkadaşlarımı gördüğüme çok memnun oldum..

Deniz'ciğime teşekkür ediyorum..Bizleri görebilmek için Gökova'dan kalktı geldi..

Meltem'ciğim  Ankara'da yaşadığı ve çalıştığı için  gelemedi..

Mukaddes'ciğim, babası hastanede olduğundan gelemedi..Babasına acil şifalar diliyorum.

Reyhan'cığım da gelemedi..

İffet'ciğim çalıştığı için gelemedi..(birilerinin de çalışıp para kazanması lazım...)

Canan'ı mezun olduğumuzdan beri ilk defa gördüm..Saç rengi falan değişmiş..Ama gözler değişmiyor,tanıdım hemen..

Hepimiz yıllar içinde değişsek de,kalplerimizdeki o çocukluk ve ilk gençlik heyecanı,samimiyetimiz,sevgimiz hiç değişmemiş..

Aramızda olamayan arkadaşlarımızı ve öğretmenlerimizi andık..

Işık'ın yanında getirdiği okul fotoğraflarına baktık..

Öğretmenlerimizin bir çoğu vefat etti maalesef..Onları her zaman rahmet ve minnet ile anıyorum.

Bu gün birçoğumuz emekli olmuşuz..

Çocuklarımızı yetiştirmişiz..

Bundan sonra da,uzun yıllar boyunca tekrar tekrar buluşup;

sevgimizi,mutluluğumuzu,bazen üzüntülerimizi,heyecanlarımızı paylaşacağız..

Dilerim,üzüntülerimiz hiç olmaz..

Her zaman mutluluklarımızı ve başarılarımızı paylaşırız..

Sevgili KKL'li arkadaşlarım;

Hepinizi çoook seviyorum..

Sizlerle orta okula başlamamızdan beri tam 42 yıl geçti..

Kimse duymasın,ama liseden mezun olalı da tam 36 yıl geçti..

Neredeyse koca bir ömür..

Bizler şanslı idik..

Bizim zamanımızda eğitim,öğretim,toplum değerleri,aile terbiyesi,öğretmenlere saygı,kılık kıyafet
bugünkünden çok daha başka idi..

Arkadaşlık ve ahlak değerleri,paylaşımlar çok çok güzel idi..

Utandığımız zaman yüzümüz kızarırdı !!!

Okula giderken saçlarımız örgülü idi..Fönlü ve boyalı  değildi !!!

Okula giderken makyaj yapmazdık !!!

En önemlisi Cumhuriyetçi,laik,tesettürlü,çarşaflı vs..gibi ayrımlar yoktu..

Çünkü;

Herkes,hepimiz CUMHURİYETÇİ,ATATÜRKÇÜ,LAİK İDİK..

Bizler;

Bu gün ve bundan sonra da CUMHURİYETÇİ,ATATÜRKÇÜ,LAİK  kalacağız..

Çocuklarımız , torunlarımız ve torunlarımızın torunları da öyle olacak !!!

selma er.

11 Mayıs 2010

PABLO PİCASSO-GUERNİCA TABLOSU

picasso-guernica tablosu


Picasso, Paris’teki atölyesinde çalışmaktadır. Merdivenlerde rap rap yürüyen çizme sesleri duyulur. Kapı açılır. İçeriye Hitler’in Fransa’daki elçisi Otto Abetz girer. Ressamın işliği (atölyesi) soğuk ve karışıktır. Bir ara elçinin gözü ünlü “Guernica” resmine ilişir. Tablodan duyduğu dehşetle irkilir. Ve kekeleyen bir sesle, “Bunu siz mi yaptınız?” diye sorar. Picasso, Alman uçaklarının bombardımanı altında, savunmasız bir şekilde can veren yurttaşlarının kulakları yırtan çığlıklarını duyar gibi olur bir anda. Ve sonra şamar gibi bir karşılıkla: “Hayır, siz yaptınız!” der.


Picasso, olaylara fotoğrafın gözüyle değil, insanın keşfedici, yaratıcı özüyle bakar. Olup bitenlerin derinindeki yasaları “düşüncenin gizli gözüyle” görür ve onları sanatıyla gün ışığına çıkarır. Picasso, bir şeyin resmini yapmaz, resim yapar.. “Guernica”da savaşı değil, onu doğuran nedenleri, insanın içindeki canavarın dehşetini, azgın boğanın saldırışını gözler önüne serer. Bu vahşeti, yine de insandaki insanca özle dengeler. Gözyaşlarıyla soylu bir şekilde savunur insanı.


Çağın En Büyük Ressamından 92 Yılda 20.000 Eser

Ünlü kişi, iyi ya da kötü, hakkında en çok konuşulan kişidir, derler. Picasso, bu tanıma tam tamına uygundur. Onu erişilmez bir sanatçı olarak göklere çıkaranlar olduğu gibi, eserlerini anlamsız ve çirkin bularak yere çalanlar da çıkmıştır. Hattâ, ünlü psikolog Jung, onun eserlerinde “tipik şizofreni belirtisi” bulmuştur. Picasso’nun kendisi ise, bütün bunlara aldırmaz, güler geçer ve doğru bildiği yolda dev adımlarla ilerler.


Otoritelerin, yüzyılda bir yetişebilen türden, çağımızın en büyük ressamı olarak kabul ettikleri Picasso, emeğinin ürününü devşirir; yaşarken üne ve zenginliğe erişir. Olağanüstü bir enerjisi ve çalışma gücü vardır. 92 yıl hiç durmadan saat gibi işler. Hayatının son gününde bile, gece üçe kadar çalışır. Ve o gecenin sabahında saat durduğunda, geride resim, heykel ve seramik olarak yirmi bin eser bırakır. Yani, şöyle kaba bir hesapla, ömründen çocukluk çağını çıkarırsak, yaşadığı her güne bir yaratıcı eser düşüyor demektir bu. Seksen yıl, her gün çiçek açan bir ağaç düşünün! Böyle bir yaratıcı çalışma karşılığında insan şapkasını çıkarır, önünü ilikler ve saygı duruşuna geçebilir ancak.

Yaşlanan ama İhtiyarlamayan Sanatçı

Picasso, her günü çalışma ile dolu uzun ömründe, ihtiyarlık nedir bilmez. Kocamak, eskimek, yorulmak, çürüğe çıkmak gibi insan halleri, onun yaşam sözlüğünde yer almaz. Picasso, her gün güneşle birlikte uyanır ve yeni bir şey yaratmanın coşkusuyla işine koyulur. Onun yaratıcı eylemi, sevginin gözle görülür hale gelmesidir. Böylesine sevenler ise, elbet ki yaşlanır; ama ihtiyarlamazlar. Picasso’nun her mevsim baharcasına durmadan çiçek açmasında sevginin payı büyüktür. Her yaratıcı döneminin gerisinde sevgilisi olsun, eşi olsun mutlaka sevginin somut kaynağı bir kadın durur.

“Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” kuralı Picasso’nun, aslında ikisi özdeş olan yaşamını ve sanatını özetler. O hep yeninin, daha iyinin, daha güzelin peşindedir. Köklü bir geçmişten hız alarak geleceğe uzanır. Her zaman yeniliğe açık olmak, onun dinamik karakterinin belirgin çizgisidir. Tâ mağara sanatından en yeni sanat akımlarına kadar, hepsini inceler, iyice özümser ve elde ettiklerini yaratıcı yeteneği içinde yoğurarak özgün eserler verir. Bir sanat otoritesinin dediği gibi o, geçmişin pencerelerini paramparça edip, bu cam parçalarından yeni bir yüz yaratan eşsiz bir yetenek olmayı bilmiştir.


Mavi Dönem

İnsan hayatında olduğu gibi, onun da sanat yaşamında çeşitli dönemler birbirini izler. Paris’te 1901’de başlayıp, 1904’e kadar süren “Mavi Dönem”inde sanatçı, yaşamın acılarına eğilir, onlar üzerinde kaygıyla düşünür. Donuk mavi bir fonda üşüyen, kendi üzerlerine kapanmış yalnız, yoksul, yaşlı, sakat ve hasta, toplum dışına itilmiş insanlar sanatçının kucakladığı konulardır. “Abset İçen Kadın” tablosunda yalnızlığın sessiz dünyası resme yansımıştır. Kahvede oturan kadın, yoğun bir yalnızlık içinde, çevresindeki her şeyden ve herkesten kopmuş, düşünce ve anılar dünyasına gömülmüş, cansız bir varlık gibidir. İnsan sıcaklığına hasret kollar, boş bir kucaklayışla kendi yalnızlığına sarılmıştır. Ama yine de bir umut ışığı yok değildir bu resimde. Kadının yüzüne ve ellerine bir düşüncenin aydınlığı vurmuştur. Ve değil mi ki düşünmektedir, bir çıkış yolu bulacak demektir.

İnsanlar, düşünüp sorunlarının bilincine vararak ve aralarında sevgi bağları kurup dost olmaya alışarak, yalnızlığı ve yoksunluğu aşabilirler. Nitekim “Mavi Dönem”in insanları böyle bir silkinişin ve sıçrayışın eşiğindedir.

Pembe Dönem

“Mavi Dönem”i izleyen “Pembe Dönem”le Picasso, karamsarlıktan iyimserliğe geçmeyi denemiştir. O sırada yaşadığı bir aşkın da verdiği toz pembe duygularla hayatı daha bir güzel görebilme özlemi içindedir. “Sirk Dönem”i denilen “Pembe Dönem”de Picasso, resimlerinde, gezici aktörleri, cambazları, palyaçoları, sirk soytarılarını sergiler. Özlemini çektiği, insanca niteliklerin el ele verdiği pembe dünyayı, ancak kendini dünyaya çakmamış, gezginci sanatçıların serüvene açık, rol icabı yaşamlarında bulduğundan, kendi de iyimserlik rolüne çıktığının az buçuk bilincindedir.

Ona göre, gezginci sanatçılar grubu, doğası gereği karşılıklı sevgi ve işbirliğine dayanan, bencilliğe ve ikiyüzlülüğe yer vermeyen insanlar topluluğudur. Rızklarına ve duygularına kadar, her şeylerini paylaşır bu insanlar. Yaşlı genci yetiştirir, güçlü zayıfa el uzatır. Ama bu duygu ve davranışların rolde kalışı, gündelik hayatın haşin gerçekleri içinde basitliğe ve yapaylığa dönüşmesi sanatçının gözünden kaçmaz. Bunu da oyuncuların yüzlerinde görülen, rollerinden arta kalan sevinci gölgeleyen buruk bir acı ve yorgunlukla anlatmaya çalışmıştır.

Zenci Dönemi

Bu noktadan sonra Picasso’da kaçış dönemi başlar. Yerine oturmamış, insanı kendine yabancılaştıran uygarlıktan, ilkelliğin saflığına dönüşü dener ve Afrika sanatına kadar uzanır. Oradan öğrendiği biçimsel çarpıtmaların ve büyüsel simgelerin yardımıyla ilkelliğin olumlu yanı olan saflıktan uzak düşüldüğünü, buna karşılık kabalığın ve haşinliğin olanca vahşetiyle sürdürüldüğünü çağdaş insanın yüzüne vurur. Ünlü “Avignon’lu Genç Kızlar” tablosu, yüzlerdeki maskemsi anlatımla, “Zenci Dönem”in izlerini taşırken, kızları kristal bir bütün içinde toplayan tutumuyla ve yontulmuş elmas üslûbuyla “Kübizm”e geçişin habercisi sayılmıştır.

Kübizm

Kübizm; bir nesnenin değişik açılardan görünümünü bir çırpıda kavrama ve birlikte sunma yöntemidir. Picasso, tek bir portrede, yüzün önden ve profilden görünüşünü birleştirip, aynı anda vermek isterken işte bunu amaçlamıştır. Kübizm, nesne veya kişiye, bir üst boyuta yükselip çok yönlü olarak bakma olanağı verdiğinden yeni ve özgün bir yaklaşımdır. “Analitik Kübizm” döneminde sanatçı, varlıkların özündeki atomu yakalamak istercesine onları çözer, parçalara ayırır. “Sentetik Dönem”de ise, parçaladığı varlığı, yaratıcı gücüyle birleştirir, yeniden var eder. O yüzden onun resimleri, dış dünyadaki bir şeye benzemez, kendisi başlı başına bir şeydir çünkü. Olanı yinelemez o, doğaya sanat yoluyla yeni varlıklar ekleyerek onu zenginleştirir.

Sergilerinden birinde, acayip renklerin ve biçimlerin sarmaş dolaş olduğu, altında “Balık” yazan bir resme, alık alık bakan ve bir türlü aradığı balığı göremeyen bir seyircinin, biraz da çıkışarak “Üstad, bunun neresi balık?” diye sorması üzerine Picasso, adama balık pazarında değil, resim sergisinde olduğunu hatırlatmak istercesine “O balık değil, resim” der. Böylece o, resmin modeline benzemesi gerektiği görüşünü değiştirerek, resmin kendisini doğadan ayrı, özgün bir varlık olarak kabul ettirir. Ve gözün bir yerde gerçeğe perde olduğunu belirterek, insanlara yalnız dış gözleriyle değil, iç gözleriyle, düşüncenin ve sezginin gizli gözüyle bakmalarını öğütler. Bunu ilginç bir espri ile de belirterek: “Daha iyi ötsünler diye gözleri oyulan saka kuşları gibi, ressamların da gözleri çıkartılmalı” der.

Ona göre doğa ve sanat aynı şey değildir. Sanatçı, yaratıcı gücüyle, doğada olmayanı ortaya koyarak, doğaya yeni bir değer katar. Öyleyse resmi, herhangi bir şeye benzediği için değil, kendisi olarak ortaya koyduğu anlam bakımından görüp değerlendirmek gerekir.

“Bir gül, bir güldür. Bir başka şeye benzediği için değil, gül olduğu için güzeldir” der, Picasso’nun arkadaşı, Amerikalı yazar Gertrude Stein. Picasso. Onun portresini yapmak üzere seksen kez oturur karşısına, resim bir türlü bitmez nasılsa. Sonunda resmi bütün bütüne siler ve yazarın yokluğunda, modelsiz olarak tamamlar tabloyu. “Ama bu, Gertrude Stein’e benzemedi ki!” diyenlere ise “Olsun, gün gelecek, Gertrude Stein buna benzeyecek!” der. 1946’da Gertrude Stein ölür. Şimdi, Gertrude Stein denilince, Picasso’nun tablosundaki resmi gelir akla.

Picasso da öldü bir bakıma. Ama böyle birine öldü demeye insanın dili varmıyor. Nasıl varsın ki, yirmi bin eserde bugün o, herkesten çok ve yoğun yaşıyor...

Harika Çocuk Picasso

Picasso 8 yaşında akademik desen tekniklerini başarı ile uygular. 10 yaşında yaptığı yağlıboya resimlerdeki ustalığı parmak ısırtır. 14 yaşında ise, Barselona Güzel Sanatlar Okulu’na girişte, diğer adayların bir ayda hazırladıkları giriş sınavı kompozisyonunu bir günde tamamlayarak, olağanüstü yeteneğini herkese ispat eder. Picasso’nun yetişkinliğinde anlattığına göre, ressam olan babası, küçücük çocuğun bu yeteneğini gördükten sonra paletini ve fırçasını oğluna vererek, artık resim yapmaktan vazgeçer.

Pablo Picasso Neler Söylemiş...

< Sanat insan ruhunu günlük yaşamın kirlerinden arındırır.


< Sanat, hakikati fark etmemize yardım eden bir yalandır.


< Resim yapma, günlük tutmanın başka bir yoludur.


< Eşyayı gördüğüm gibi değil, düşündüğüm gibi çizerim.


< Genç olabilmek uzun zaman alır.


< Bilgisayarlar ne kadar iyi olabilir ki? Size verdikleri sadece cevaplardır.


< Sanat gereksiz olanın elenmesidir.


< Hayal edebildiğin her şey gerçektir.


< Sanat benden daha güçlü, çünkü beni buyruğu altına aldı.


< Her şeyi söylemem; ama her şeyi resmederim.

*alıntı.


*Pablo Picasso'nun başta Guernica olmak üzere 6-7 tane  tablosunun reprodüksüyonu evimin duvarlarına değer kazandırıyor..Keşke tek bir tane orjinal tablosuna sahip olabilseydim!!!

selma er.

DÜNYA ENGELLİLER HAFTASI (10-16 MAYIS 2010)

http://selmaer3.blogspot.com/2010/05/engelliler-haftasi.html

8 Mayıs 2010

Sol yanım acıyor anne

annemin gençlik fotoğrafı

''Merhaba anne,

Yine ben geldim.
Merak etme okuldan çıktımda geldim.
Annelerde babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama
Ali "Okula gitmezsem annem çok kızar, merak eder" demişti de
Onun için söylüyorum.
Geçen hafta öğretmen,
Sağ elimde sarımsak, sol elimde soğan dedirte dedirte
Öğretti sağımı solumu.
Ben biliyorum artık anne sağım neresi, solum neresi
Ağrıyan yanımın neresi olduğunu
Şimdi iyi biliyorum anne.
Hani geçen geldiğimde
Şuram acıyor işte şuram demiştim de
Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne
Bak şimdi söylüyorum
Şuram işte,
Sol yanım çok acıyor anne.
Hem de her gün acıyor anne her gün.
Dün sabah annesi Ayşe'nin saçlarını örmüştü.
Elinden tutup okula getirdi.
Yakası da danteldi.
Zil çalınca öptü, hadi yavrum sınıfa dedi.
Bende ağladım,
Ağladım hiç de utanmadım.
Öğretmen ne oldu dedi.
Düştüm dizim çok acıyor dedim.
Yalan söyledim anne.
Dizim acımıyordu ama sol yanım çok acıyordu anne.
Bugün bende saçım örülsün istedim.
Babam ördü ama onunki gibi olmadı.
Dantel yaka istedim.
Babam "Ben bilmem ki kızım" dedi.
Bari okula sen götür dedim.
"kızım, iş" dedi.
Bende banane dedim, ağladım.
"kızım, ekmek" dedi babam.
Sustum ama okula giderken yine ağladım anne.
Ha bide sol yanım yine çok acıdı anne.
Herkesin çorapları bembeyaz, benimkiler gri gibi.
Zeynep "annem beyazlara renkli çamaşır katmadan yıkıyormuş" dedi.
Babam hepsini birlikte yıkıyor.
Babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
Uff babam, her gün domates peynir koyuyor beslenmeme.
Üzülmesin diye söylemiyorum ama
Arkadaşlarım her gün kurabiye, börek, pasta getiriyor.
Biliyorum babam pasta yapmasını bilmez anne.
Hava kararıyor, ben gideyim anne.
Babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi.
Duyarsa kızmaz ama çok üzülür biliyorum.
Kim bozuyor toprağını,
Çiçeklerini kim koparıyor.
İzin verme anne ne olur toprağına el sürdürme.
Eve gidince aklıma geliyor bide bunun için ağlıyorum anne. >>
Bak kavanoz yanımda, toprağından bir avuç daha alayım.
Biliyor musun anne her gelişimde aldığım topraklarını
Şu kavanozda biriktirdim.
Üzerine de resmini yapıştırıp başucuma koydum.
Her sabah onu öpüyor kokluyorum.
Kimseye söyleme ama anne
Bazen de konuşuyorum onunla.
Ne yapayım seni çok özlüyorum anne.
Ha unutmadan,
Öğretmen yarın anneyi anlatan bir yazı yazacaksınız dedi.
Ben babama yazdıracağım.
Öğretmen anlarsa çok kızar ama banane kızarsa kızsın.
Ben seni hiç görmedim ki neyi, nasıl anlatacağım anne.
Senin adın geçince sol yanım acıyor anne.
Hiç bir şey yutamıyorum.
Bazen de dayanamayıp ağlıyorum.
Kağıda da böyle yazamam ya anne.
Ben gidiyorum anne,
Toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp.
Mutlaka gel anne,
Sen rüyama gelmeyince sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne. >>
Sol yanım acıyor anne.
İşte tam şurası,
Sol yanım çok acıyor anne.
Seni çok özledim,
Anne çook... '' (Şair: Ayla Aydemir)

http://www.izlesene.com/video/muzik-bedirhan-gokce-sol-yanim-aciyor-anne/1759775
*
Bu özel ve güzel günde;

ANNELER GÜNÜ'nde;

Tüm annelerin,
anne olmasalar bile çocuklara anne sevgisiyle yaklaşan ve onları bağırlarına basan tüm kadınların,
bebek bekleyenlerin,
asker annelerinin,
şehit annelerinin,
anne yarısı teyzelerin,
annesine hayırlı evlat olabilen tüm evlatların ANNELER GÜNÜ'nü kutluyorum..
Annesi vefat edenlere,
annelerini ve babalarını kaybeden tüm çocuklara ANNE YÜREĞİNİ açan tüm kadınlara sevgilerimi gönderiyorum..

Ben de annemi 23 yıl önce 70 yaşında iken , kanserden kaybettim..
Çok acılar çekti..
Ölüm kurtuluşu oldu..
Allah kimseye ANNE acısı göstermesin..
Hiçbir anneyi de EVLADINDAN ayırmasın..



ANA HAKKI ÖDENMEZ...

selma er...