11 Mayıs 2010

PABLO PİCASSO-GUERNİCA TABLOSU

picasso-guernica tablosu


Picasso, Paris’teki atölyesinde çalışmaktadır. Merdivenlerde rap rap yürüyen çizme sesleri duyulur. Kapı açılır. İçeriye Hitler’in Fransa’daki elçisi Otto Abetz girer. Ressamın işliği (atölyesi) soğuk ve karışıktır. Bir ara elçinin gözü ünlü “Guernica” resmine ilişir. Tablodan duyduğu dehşetle irkilir. Ve kekeleyen bir sesle, “Bunu siz mi yaptınız?” diye sorar. Picasso, Alman uçaklarının bombardımanı altında, savunmasız bir şekilde can veren yurttaşlarının kulakları yırtan çığlıklarını duyar gibi olur bir anda. Ve sonra şamar gibi bir karşılıkla: “Hayır, siz yaptınız!” der.


Picasso, olaylara fotoğrafın gözüyle değil, insanın keşfedici, yaratıcı özüyle bakar. Olup bitenlerin derinindeki yasaları “düşüncenin gizli gözüyle” görür ve onları sanatıyla gün ışığına çıkarır. Picasso, bir şeyin resmini yapmaz, resim yapar.. “Guernica”da savaşı değil, onu doğuran nedenleri, insanın içindeki canavarın dehşetini, azgın boğanın saldırışını gözler önüne serer. Bu vahşeti, yine de insandaki insanca özle dengeler. Gözyaşlarıyla soylu bir şekilde savunur insanı.


Çağın En Büyük Ressamından 92 Yılda 20.000 Eser

Ünlü kişi, iyi ya da kötü, hakkında en çok konuşulan kişidir, derler. Picasso, bu tanıma tam tamına uygundur. Onu erişilmez bir sanatçı olarak göklere çıkaranlar olduğu gibi, eserlerini anlamsız ve çirkin bularak yere çalanlar da çıkmıştır. Hattâ, ünlü psikolog Jung, onun eserlerinde “tipik şizofreni belirtisi” bulmuştur. Picasso’nun kendisi ise, bütün bunlara aldırmaz, güler geçer ve doğru bildiği yolda dev adımlarla ilerler.


Otoritelerin, yüzyılda bir yetişebilen türden, çağımızın en büyük ressamı olarak kabul ettikleri Picasso, emeğinin ürününü devşirir; yaşarken üne ve zenginliğe erişir. Olağanüstü bir enerjisi ve çalışma gücü vardır. 92 yıl hiç durmadan saat gibi işler. Hayatının son gününde bile, gece üçe kadar çalışır. Ve o gecenin sabahında saat durduğunda, geride resim, heykel ve seramik olarak yirmi bin eser bırakır. Yani, şöyle kaba bir hesapla, ömründen çocukluk çağını çıkarırsak, yaşadığı her güne bir yaratıcı eser düşüyor demektir bu. Seksen yıl, her gün çiçek açan bir ağaç düşünün! Böyle bir yaratıcı çalışma karşılığında insan şapkasını çıkarır, önünü ilikler ve saygı duruşuna geçebilir ancak.

Yaşlanan ama İhtiyarlamayan Sanatçı

Picasso, her günü çalışma ile dolu uzun ömründe, ihtiyarlık nedir bilmez. Kocamak, eskimek, yorulmak, çürüğe çıkmak gibi insan halleri, onun yaşam sözlüğünde yer almaz. Picasso, her gün güneşle birlikte uyanır ve yeni bir şey yaratmanın coşkusuyla işine koyulur. Onun yaratıcı eylemi, sevginin gözle görülür hale gelmesidir. Böylesine sevenler ise, elbet ki yaşlanır; ama ihtiyarlamazlar. Picasso’nun her mevsim baharcasına durmadan çiçek açmasında sevginin payı büyüktür. Her yaratıcı döneminin gerisinde sevgilisi olsun, eşi olsun mutlaka sevginin somut kaynağı bir kadın durur.

“Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” kuralı Picasso’nun, aslında ikisi özdeş olan yaşamını ve sanatını özetler. O hep yeninin, daha iyinin, daha güzelin peşindedir. Köklü bir geçmişten hız alarak geleceğe uzanır. Her zaman yeniliğe açık olmak, onun dinamik karakterinin belirgin çizgisidir. Tâ mağara sanatından en yeni sanat akımlarına kadar, hepsini inceler, iyice özümser ve elde ettiklerini yaratıcı yeteneği içinde yoğurarak özgün eserler verir. Bir sanat otoritesinin dediği gibi o, geçmişin pencerelerini paramparça edip, bu cam parçalarından yeni bir yüz yaratan eşsiz bir yetenek olmayı bilmiştir.


Mavi Dönem

İnsan hayatında olduğu gibi, onun da sanat yaşamında çeşitli dönemler birbirini izler. Paris’te 1901’de başlayıp, 1904’e kadar süren “Mavi Dönem”inde sanatçı, yaşamın acılarına eğilir, onlar üzerinde kaygıyla düşünür. Donuk mavi bir fonda üşüyen, kendi üzerlerine kapanmış yalnız, yoksul, yaşlı, sakat ve hasta, toplum dışına itilmiş insanlar sanatçının kucakladığı konulardır. “Abset İçen Kadın” tablosunda yalnızlığın sessiz dünyası resme yansımıştır. Kahvede oturan kadın, yoğun bir yalnızlık içinde, çevresindeki her şeyden ve herkesten kopmuş, düşünce ve anılar dünyasına gömülmüş, cansız bir varlık gibidir. İnsan sıcaklığına hasret kollar, boş bir kucaklayışla kendi yalnızlığına sarılmıştır. Ama yine de bir umut ışığı yok değildir bu resimde. Kadının yüzüne ve ellerine bir düşüncenin aydınlığı vurmuştur. Ve değil mi ki düşünmektedir, bir çıkış yolu bulacak demektir.

İnsanlar, düşünüp sorunlarının bilincine vararak ve aralarında sevgi bağları kurup dost olmaya alışarak, yalnızlığı ve yoksunluğu aşabilirler. Nitekim “Mavi Dönem”in insanları böyle bir silkinişin ve sıçrayışın eşiğindedir.

Pembe Dönem

“Mavi Dönem”i izleyen “Pembe Dönem”le Picasso, karamsarlıktan iyimserliğe geçmeyi denemiştir. O sırada yaşadığı bir aşkın da verdiği toz pembe duygularla hayatı daha bir güzel görebilme özlemi içindedir. “Sirk Dönem”i denilen “Pembe Dönem”de Picasso, resimlerinde, gezici aktörleri, cambazları, palyaçoları, sirk soytarılarını sergiler. Özlemini çektiği, insanca niteliklerin el ele verdiği pembe dünyayı, ancak kendini dünyaya çakmamış, gezginci sanatçıların serüvene açık, rol icabı yaşamlarında bulduğundan, kendi de iyimserlik rolüne çıktığının az buçuk bilincindedir.

Ona göre, gezginci sanatçılar grubu, doğası gereği karşılıklı sevgi ve işbirliğine dayanan, bencilliğe ve ikiyüzlülüğe yer vermeyen insanlar topluluğudur. Rızklarına ve duygularına kadar, her şeylerini paylaşır bu insanlar. Yaşlı genci yetiştirir, güçlü zayıfa el uzatır. Ama bu duygu ve davranışların rolde kalışı, gündelik hayatın haşin gerçekleri içinde basitliğe ve yapaylığa dönüşmesi sanatçının gözünden kaçmaz. Bunu da oyuncuların yüzlerinde görülen, rollerinden arta kalan sevinci gölgeleyen buruk bir acı ve yorgunlukla anlatmaya çalışmıştır.

Zenci Dönemi

Bu noktadan sonra Picasso’da kaçış dönemi başlar. Yerine oturmamış, insanı kendine yabancılaştıran uygarlıktan, ilkelliğin saflığına dönüşü dener ve Afrika sanatına kadar uzanır. Oradan öğrendiği biçimsel çarpıtmaların ve büyüsel simgelerin yardımıyla ilkelliğin olumlu yanı olan saflıktan uzak düşüldüğünü, buna karşılık kabalığın ve haşinliğin olanca vahşetiyle sürdürüldüğünü çağdaş insanın yüzüne vurur. Ünlü “Avignon’lu Genç Kızlar” tablosu, yüzlerdeki maskemsi anlatımla, “Zenci Dönem”in izlerini taşırken, kızları kristal bir bütün içinde toplayan tutumuyla ve yontulmuş elmas üslûbuyla “Kübizm”e geçişin habercisi sayılmıştır.

Kübizm

Kübizm; bir nesnenin değişik açılardan görünümünü bir çırpıda kavrama ve birlikte sunma yöntemidir. Picasso, tek bir portrede, yüzün önden ve profilden görünüşünü birleştirip, aynı anda vermek isterken işte bunu amaçlamıştır. Kübizm, nesne veya kişiye, bir üst boyuta yükselip çok yönlü olarak bakma olanağı verdiğinden yeni ve özgün bir yaklaşımdır. “Analitik Kübizm” döneminde sanatçı, varlıkların özündeki atomu yakalamak istercesine onları çözer, parçalara ayırır. “Sentetik Dönem”de ise, parçaladığı varlığı, yaratıcı gücüyle birleştirir, yeniden var eder. O yüzden onun resimleri, dış dünyadaki bir şeye benzemez, kendisi başlı başına bir şeydir çünkü. Olanı yinelemez o, doğaya sanat yoluyla yeni varlıklar ekleyerek onu zenginleştirir.

Sergilerinden birinde, acayip renklerin ve biçimlerin sarmaş dolaş olduğu, altında “Balık” yazan bir resme, alık alık bakan ve bir türlü aradığı balığı göremeyen bir seyircinin, biraz da çıkışarak “Üstad, bunun neresi balık?” diye sorması üzerine Picasso, adama balık pazarında değil, resim sergisinde olduğunu hatırlatmak istercesine “O balık değil, resim” der. Böylece o, resmin modeline benzemesi gerektiği görüşünü değiştirerek, resmin kendisini doğadan ayrı, özgün bir varlık olarak kabul ettirir. Ve gözün bir yerde gerçeğe perde olduğunu belirterek, insanlara yalnız dış gözleriyle değil, iç gözleriyle, düşüncenin ve sezginin gizli gözüyle bakmalarını öğütler. Bunu ilginç bir espri ile de belirterek: “Daha iyi ötsünler diye gözleri oyulan saka kuşları gibi, ressamların da gözleri çıkartılmalı” der.

Ona göre doğa ve sanat aynı şey değildir. Sanatçı, yaratıcı gücüyle, doğada olmayanı ortaya koyarak, doğaya yeni bir değer katar. Öyleyse resmi, herhangi bir şeye benzediği için değil, kendisi olarak ortaya koyduğu anlam bakımından görüp değerlendirmek gerekir.

“Bir gül, bir güldür. Bir başka şeye benzediği için değil, gül olduğu için güzeldir” der, Picasso’nun arkadaşı, Amerikalı yazar Gertrude Stein. Picasso. Onun portresini yapmak üzere seksen kez oturur karşısına, resim bir türlü bitmez nasılsa. Sonunda resmi bütün bütüne siler ve yazarın yokluğunda, modelsiz olarak tamamlar tabloyu. “Ama bu, Gertrude Stein’e benzemedi ki!” diyenlere ise “Olsun, gün gelecek, Gertrude Stein buna benzeyecek!” der. 1946’da Gertrude Stein ölür. Şimdi, Gertrude Stein denilince, Picasso’nun tablosundaki resmi gelir akla.

Picasso da öldü bir bakıma. Ama böyle birine öldü demeye insanın dili varmıyor. Nasıl varsın ki, yirmi bin eserde bugün o, herkesten çok ve yoğun yaşıyor...

Harika Çocuk Picasso

Picasso 8 yaşında akademik desen tekniklerini başarı ile uygular. 10 yaşında yaptığı yağlıboya resimlerdeki ustalığı parmak ısırtır. 14 yaşında ise, Barselona Güzel Sanatlar Okulu’na girişte, diğer adayların bir ayda hazırladıkları giriş sınavı kompozisyonunu bir günde tamamlayarak, olağanüstü yeteneğini herkese ispat eder. Picasso’nun yetişkinliğinde anlattığına göre, ressam olan babası, küçücük çocuğun bu yeteneğini gördükten sonra paletini ve fırçasını oğluna vererek, artık resim yapmaktan vazgeçer.

Pablo Picasso Neler Söylemiş...

< Sanat insan ruhunu günlük yaşamın kirlerinden arındırır.


< Sanat, hakikati fark etmemize yardım eden bir yalandır.


< Resim yapma, günlük tutmanın başka bir yoludur.


< Eşyayı gördüğüm gibi değil, düşündüğüm gibi çizerim.


< Genç olabilmek uzun zaman alır.


< Bilgisayarlar ne kadar iyi olabilir ki? Size verdikleri sadece cevaplardır.


< Sanat gereksiz olanın elenmesidir.


< Hayal edebildiğin her şey gerçektir.


< Sanat benden daha güçlü, çünkü beni buyruğu altına aldı.


< Her şeyi söylemem; ama her şeyi resmederim.

*alıntı.


*Pablo Picasso'nun başta Guernica olmak üzere 6-7 tane  tablosunun reprodüksüyonu evimin duvarlarına değer kazandırıyor..Keşke tek bir tane orjinal tablosuna sahip olabilseydim!!!

selma er.

6 yorum:

didem dedi ki...

Picasso mu Dali mi desem????

GÜVEN SERİN dedi ki...

Geçmiş yıllarda Sabancı Müzesi sanatçının bazı eserlerini getirmişti. İnşallah yine diyelim:))

İnşallah bir gün bir eserine sahip olabilirsiniz! Çok isteyin ama! İnsan çok isterse, istediği şeye ulaşırmış. :))

Selma Er dedi ki...

hem picasso hem dali..ikisini de çoook seviyorum..dali'nin deliliği kimselerde yok..picasso'yu kendime daha yakın hissediyorum..dali de benim için ulaşılamaz,taklit edilemez,hayal gücünün sonuna erişilemez..dali+picasso=mutluluk..

Selma Er dedi ki...

sevgili güven,picasso'yu çok seviyorum..didem'in sorduğu gibi dali'yi de..bir gün ikisinin de müzelerini saatlerce gezmek,herbir tablonun önünde durup dakikalarca seyretmek,müzeden hatıra birşeyler alabilmek isterim..zaten bir sürü sanat kitabım var onlarla ilgili..

elfgzm dedi ki...

ya picassoyu çok seivyosanız nütfen sorumu yanıtlayın.bir çiçek ve kadın eserini analiz eder misiniz???

Selma Er dedi ki...

Picasso'nun eserlerinin görselleri ve anlatımı olan birçok sanat kitabı var bende.Keşke onun müzesini de gezme fırsatım olabilse.Onun sanatı ve eserleri ile ilgili yorum yapmak haddim değil.1932'de tamamladığı "Bir Çiçek ve Kadın" tablosu,belki de DALİ gibi Sürrealizm etkisinde yaptığından çok özel ve değerli.Renkler,kadın,çiçek,yaprak;birbirine karışmış,birbiriyle bütünleşmiş. Guernica Tablosu'nda olduğu gibi herşey içiçe,her kare ayrı bir hikayeyi/gerçeği anlatıyor sanki..